Tuesday, September 29, 2015

Lozan neden Olimpiyat Şehri?

İsviçre, dünya savaşlarından beri tarafsız konumunu hep korumuş. Hala da Avrupa Birliği'ne üye olmayarak etliye sütlüye karışmayan bu tavrını sürdürüyor.

Birinci Dünya Savaşı sırasında ortam karışıkken, savaştan çok uzak bir felsefe gerektiren olimpiyatlar için tarafsız bir yere ihtiyaç duyulmuş. hal böyle olunca da olimpiyatların babası kabul edilen Pierre de Coubertin, Uluslararası Olimpiyat Komitesi'nin ana merkezini Paris'ten Lozan'a taşıma kararı almış. O gün bügündür de merkez burada. Lozan da bu merkez fikrinin hakkını vermiş bir şehir. Şehrin muhtelif yerlerinde olimpiyatlara dair şeyler bulmak mümkün. Bunlardan biri de bir sonraki olimpiyatlara geri sayan sayaç! 2020 Kış Gençlik Olimpiyatları'na Lozan'a bekleriz :)

Sunday, September 27, 2015

Lozan tavsiyeleri 2: Le Barbare'da sıcak çikolata içmek

Yaklaşık 2 aydır buradayım, ama hem İsviçre'nin Avrupa'nın orta yerinde oluşundan, hem de Lozan'ın üniversite şehri diye geçmesinden tanıştığım herkes burada yabancı! Sadece bir -evet sayıyla da 1- Lozanlı ile tanışabildim, onu bulmuşken de Lozan'daki favori yerlerini ve "Mutlaka yapmalısınız/görmelisiniz/tatmalısınız!" tavsiyelerini sordum. Bu yazı da, bu tavsiyeler kapsamında verilen ilk cevabın denenmesi ile ortaya çıktı :)

Bir kere burada havalar bir garip! Günlük güneşlik bir hava 1 saat içinde fırtınaya dönebiliyor. Yine böyle güzel başlayan bir günde, katedrale çıkan merdivenlere konuşlanmış Le Barbare'ın yolunu tuttuk. Dışarıda masa kalmamış diye üzüldük ("güzel hava buldun mu tadını çıkaracaksın" felsefesi tüm şehre hakim), ama bu modumuzu bozamadı ve içerinin loş ortamına kendimizi bıraktık.

Menüde pek çok sıcak çikolata seçeneği var ama biz hızlı ve sert bir giriş yapmak istediğimizden "chocolat chaud épais" söyledik. Bir fikir vermesi açısından sizi videosu ile baş başa bırakıyorum.



İnternetten yapılan araştırmada ev yapımı tatlıların da çok iyi olduğunu görmüştük. Böyle olunca da çikolatalarımızın yanına ev yapımı elmalı turta ile limonlu kek söyledik. Ahh ah! Size o keki nasıl anlatsam bilemedim. böyle canınız bazen tazecik, kararında kabarmış, şekeri az, ılık kek ister ya; heh işte o kek bu kek!


İsviçre standartlarında fiyatları da uygun bence, TL'ye çevirmeyiniz lütfen!


Lozan'a gelmişken bu sıcak çikolatayı tatmadan dönmeyin derim! 

Adres: Escaliers du Marché 27, 1003 Lausanne

Saturday, September 26, 2015

Lozan tavsiyeleri 1: Olimpiyat Müzesi


Lozan’da bir gününüz var ve ne yapsam mı diyorsunuz? Açıkçası, turist olarak bir günlüğüne Lozan’da bulunmayı planlayan biri için ideal bir program değil, zira eminim ki daha eklenecek çok yer vardır. Ancak yaklaşık 130 bin nüfuslu bu güzide şehrimizde önümüzdeki 4-5 sene yaşayacak biri, Lozan’ı hafta sonlarına bölüştürmek istediğinden, onun için oldukça ideal bir programdı. Belki size de bir fikir verebilir.
Burada klasik bir Cumartesi günü önce postaneye gidip hafta içi sana teslim edilemeyen paketleri almak, sonra da markete gidip haftalık alışverişini yapmakla başlıyor (kahvaltıdan sonra elbette!). Aslında bu işleri azar azar hafta içine kaydırmak lazım ki Cumartesi 18:00 dedin mi kapanan yerlerini tadını çıkarmaya daha çok vakit olsun!
O gün ilk durak Olimpiyat Müzesi’ydi! İsviçre’nin en çok ziyaret edilen ikinci müzesi imiş. Kişisel olarak benim de en çok etkilendiğim müzeler arasında yer alıyor, birincilikte ise Gaziantep Zeugma Müzesi var (Bunu böyle söylemek iddialı oluyor, biraz alt kategorilere bakmam lazım çünkü Londra, Paris, Berlin görmüş kişilerin bu listeyi kolaylıkla yapabilmesi imkansız!).


Olimpiyat Müzesi 1993 yılında Lozan’da kurulmuş ve şu an dünyadaki en geniş arşive sahip olimpiyatlar hakkında! Müze gölün hemen kenarında, hatta şu an göldeki bir gemide geçici bir sergi de bulunuyor. Müzenin bahçesine girişinizden itibaren ilginç şeyler sizi karşılamaya başlıyor. İşte bahçedeki heykellerden bazıları:

Müzenin hakkını vermek istiyorsanız en az 2 saat ayırmalısınız çünkü oldukça büyük. Sporcuların kıyafetleri, afişler, meşaleler, tarihçe, olimpiyatlarda yaşanan önemli olaylar, açılışta giyilen kıyafetler gibi pek çok ilginç nokta var. Koleksiyonun sonunda ise bir olimpiyat sporcusu olmak için gereken özellikler sıralanmış ve bu özelliklerinizi test etmenize yarayan çeşitli oyunlar bulunuyor. Oyunlara biraz kendimizi kaptırdığımız için orada fotoğraf çekmeyi atlamışım :)

Sporu sadece amatör olarak yapan biriyim, izlemeye de özel bir ilgim yok. Ama müzenin atmosferi çok etkileyici, öyle ki zaman zaman gözlerimin dolduğu oldu. Herkesin, özellikle de genç ve çocukların ziyaret etmelerini çok önemsiyorum bu nedenle. Umarım biraz olsun heveslendirebilmişimdir. Sizi fotoğraflarla baş başa bırakıyorum! Bu arada, bilet tam 18, öğrenci 12 frank. Ve üzerinde tüm gün geçerli olduğu yazıyor. Müzeden çıkarken biletleri girmekte olan birine vermediğimize üzüldük sonra.

Elde dikilmiş olimpiyat bayraklarından biri, 1914'e ait

Kadınlar Olimpiyatlar'a ilke kez 1900'de Paris'te katılmış. Beauvoir'a selam olsun!

Moschino tarafından olimpiyatlar için hazırlanmış İtalyan Alpleri göndermeli muhteşem elbise

Monday, September 14, 2015

Evde Yoğurt – Mutlu Son

Kendi yoğurdumu mayalamayı çok istediğimden, birkaç denemeye daha hazırdım aslında ama bakterilerimle iyi anlaştık bu sefer ve yoğurdum tuttu !

Gecen seferki denememi şu yazıda anlatmıştım. Bu sefer farklı yaptığım şeyler şunlardı:

·         Geçen sefer bir blogda mayayı süte eklerken karıştırmamak gerektiğini okuduğumdan tencerenin kenarından boşaltıvermiştim mayayı. Ama bu, yoğurt kaymaklı olsun diyeymiş. Bu sefer bir güzel karıştırdım.

·         Biraz daha fazla yoğurt koydum, çünkü buradaki yoğurt zaten bizim alıştığımız gibi katı degil, oldukça akışkan bir formda.

·         Gecen seferkinin 3 kati bir sure daha fazla beklettim yoğurdu buzdolabına koymadan önce. Bence en önemli nokta buydu. Gecen sefer 2.5-3 saat bekletmiştim. Açtığımda yoğurt kokusu vardı ancak tamamen sıvıydı tencere. Bu sefer 21:30 gibi sarıp sabah 8:00 gibi buzdolabına koydum. Ve bingo!


Bir de hem kendime not hem kafası karışanlara tavsiye: sütü kaynattıktan sonra içine serçe parmağını sokup 10’a kadar sayma ölçüsünden hoşlanmıyorum ve mutfak termometrem de yok. Sütü de hep aynı tencerede kaynatıyorum. Dolayısıyla bu ölçü benim için "Süt kaynadıktan sonra ocaktan al, 40 dakika bekle"ye dönüştü, çok da memnunum, belki sizin de işinize yarar. Afiyet ola!

("Spoiler" vermek gibi olmayacaksa sıradaki hedefimi açıklıyorum: Evde mayalı pişi yapımı!)

Monday, September 7, 2015

Evde Yoğurt - İlk Deneme

Bir mutfak heveslisi ve aynı zamanda da görmemişi olduğumu (yıllarca mutfaksız odalarda, yurtlarda yaşadım) şu yazıda belirtmiştim. Hal böyle olunca, hem mutfaklı bir evde kalmayı, hem de yeni taşınmış olmanın getirdiği kap kacak alışverişi yapma gerekliliğini lehime çevirmeye karar verdim (Fırın olmayan evime kek kalıpları beğenmemin acıklı hikayesine belki daha sonra değinirim). Bunu yaparken de ucundan kıyısından, kimilerince çok eleştirilen, kimilerince ise hayatın merkezi olmuş "sağlıklı yaşam" furyasına dokunmaya başladım. Yıllarca ve özellikle Instagram günlük hayatıma girdikten sonra, avokadolar, kinoalar, yok efendim hindistan cevizi sütleri havada uçuşurken, bir gün imkanlarım olunca ben de bunları deneyeceğim derdim sürekli kendime. Denemelerimi umarım ileriki yazılarda göreceksiniz :) Bugün burada ise hem ağzıma layık yoğurt bulamamamı, hem de evde yapılan yoğurdun nispeten daha katkısız ve sağlıklı olmasını deneysel bir çalışmaya çevirmemi ve maalesef başarısızlıkla sonuçlanan evde yoğurt yapma girişimimi anlatacağım.

Günlerce blog blog, video video gezdikten, annemle defalarca konuşup tarifi dikkatlice not ettikten sonra, çiğ süt ve ev yapımı yoğurt bulmam mümkün görünmediğinden (Varan 1) marketin yolunu tutup günlük süt ve bildiğimiz yoğurt aldım. Gerçi buradaki bildiğimiz yoğurt dediğim, kaşıkla almaktan çok kutusunu devirerek dökme şeklinde kullanılıyor. Daha sonra tüm tariflerin ortak noktası olan şekilde sütü kaynattım. Burada Varan 2 devreye giriyor, zira sütün içinde serçe parmağını koyup 10'a kadar sayınca yanmaması kadar öznel bir sıcaklık olabilir mi soruyorum size! Neyse, kendimce doğru sıcaklığa eriştiğime inandıktan sonra 2 yemek kaşığı yoğurdumu sütü kestirmeyecek şekilde (oda sıcaklığındaki yoğurdu ayrı bir kapta sıcak süt ile karıştırıp ılıştırdıktan sonra) süte ekledim. Sonra da üçüncü ve son adımda kaldım zaten, yoğurdu sıkıca sarıp sarmalayıp hiç kıpırdatmadan ahşap masa üzerinde 3 saat beklettim. Açtığımda ise yoğurt kokulu ama sütten hallice kıvamlı bir şeye ulaşmıştım! 

E moraller bozuldu tabi. Ama bu noktadan sonra kendimle ne kadar gurur duysam az! :) Çünkü bu "şey"i kaynatarak peynir altı suyu ve çökelek (ya da lor) elde ettim. Aşağıdaki fotolarda bu peyniri ve suyu görmektesiniz.




Ay bununla da yetinmedim üstelik! Bu peynir altı suyunun protein açısından pek bir faydalı olduğunu okudum, dolayısıyla makarna haşlarken su yerine peynir altı suyu koydum, proteinleri bünyeye aldım! 

Peynirin içine de domates, kırmızı biber, zeytinyağı, kekik ve tuz ekleyerek kahvaltılık bir meze elde ettim, 3 gün yedim (Çingene pilavı da deniyor sanırım).

İşte ilk yoğurt denemem böyleydi. İşin ucunu bırakmayacağım ama umaırm çok denemem de gerekmez. Takipte kalınız!




Friday, September 4, 2015

Eline sağlık!

Pesimist bir insan olarak, elimdeki, hayatımdaki güzelliklerin değerini bilmediğim çok zaman olmuştur. Böyle şeyleri de kişinin kendine dışarıdan bakabildiği zamanlarda daha iyi fark ettiğine inanırım. Şu sıralar da yurtdışında yaşadığımdan, böyle tespitlerimin ardı arkası kesilmeyecektir eminim ki!



Hikayeyi uzunca anlatacak olursam, 4 İsviçreli, 1 İtalyan ve bir ben olarak, İsviçre Konfederasyon Kuruluşunun yıldönümü olan 1 Ağustos'ta, Paola'nın evinde yemek için toplandık. Anne İtalyan olunca, eksiği var fazlası yok, tam anlamıyla döktürmüştü. Taze portakal suları, focaccia, lazanya ve tiramisu derken, herkesteki mutluluk üst düzeyde seyretmekte, bunu da kelimelerle ifade etmekte zorlanmaktaydı. Fransızca hocamızın da bizimle beraber o gün orda olmasını fırsat bilerek, yemekten sonraki takdir ve teşekkürümüzü belirtmek için ne dememiz gerektiğini sordum. Genelgeçer, İngilizce'sini aradığımızda da karşımıza çıkan "thank you, it was delicious"seviyesinde şeler söyleyince dedim durun hele. Ekibe, "eline sağlık"ın çevirisini yaptığımda (Fransızca'da "Je souhaite la santé pour vos mains!" dedim ben :) ) oldukça etkilendiler ve özellikle hocamız, bunu kullanacağını söyleyerek Türkçesini de not aldı.

Her gün defalarca dediğimiz, nereden gelmiştir, nedir ne değildir sorgulamadığımız pek çok zenginlik var aslında dilimiz. Yurtdışının zenginleştiriciliğinin bir kısmı da buradan geliyor bence. Tespitlerim -umarım- devam edecek dostlar!

Tuesday, September 1, 2015

Neden?


Bu blogda amaç, belki aynı şehirde olduğumuz, hatta belki de her gün önünden geçtiğimiz yerleri bir keşifçi gözüyle paylaşmak ve okuyanların da keşfetmesine bir katkı sağlamaktır.

Gezmenin parayla doğrusal bir ilişkisi olduğunu düşünenlere, vakitsizlikten dert yananlara ya da tatlı evinden ayrılmaya üşenip bahanelere sığınanlara sesleniyorum! Ve kendine verilen sözlerin aslında en değerlileri olduğunu düşünen, ama en çok da kendinden kaytaranlar, evet evet siz! Haddim olmayarak ve ortak noktalarımızın çokluğuna dayanarak bu blogun sizlere ilham olmasını diliyor ve her ayın bir haftasonunu keşfe ayırmaya söz vermiş bir beyaz yakalı/sıkışık zamanlı olarak, bu blogla kendime verdiğim sözü tutma yolunda koca bir adım atıyorum.

Neden mutfak?

Uzun zamandır (yaklaşık 12 yıl!) göçebeyim. Bu durumdan da memnunum, sadece almayı istediğim belli dekorasyon malzemelerini ve mutfak eşyalarını alamamam hariç!

Dekorasyonu başka zamana saklayalım, ama mutfak eşyaları hevesim artan sağlıklı yaşam & sağlıklı beslenme bloglarını ve bu kişileri Instagram'da sıkı takip etmemle başladı. Geçen seneden beri kendime "smoothie"ler yapıp gün içinde içmek, avokadolu muzlu pudingler falan yapmak istiyorum. Nihayet, en azından 4-5 sene yaşayacağım bir şehre taşındım. Aynı evde kalmayacak olsam da aynı şehirde kalacak olmam bile benim için yeterli bu aşamada. Bu şehir, Lozan.

Beni yeme  & içme alışkanlıkları ile ilgili olarak en çok şaşırtan, Türkiye'de oldukça yaygın olan ve benim de çok hoşlandığım dışarıda yemek yeme alışkanlığının olmaması. Hocadan asistana, öğrencilerden mühendislere, çok çok büyük bir kısım her gün yemeğini evden getiriyor! Okul koridorlarında muhtelif yerlerde mikrodalgalarda ısıtıp, bir köşede yemeğini yiyip çekiliyor.

Hal böyle olunca, yıllardır göçebe olup bu 12 yılın 7 yılında mutfaksız yaşamış, okul yemekhanelerinin, Bambi'nin, ev yemekçi teyzelerin müdavimi olmuş ben de bu durumu fırsata çevirip kendi yemeklerimi kendim yapmaya başladım (büyük ölçüde). Ama hala haftada 1 dışarıda yiyip yeni yerler keşfetme hakkımı saklı tutuyorum.

Yemek yaparken ya da tarif ararken benim için en büyük kısıt fırınsızlık ve malzemesizlik oluyor. Biliyorum çok fazla yemek blogu da var. Ben burada, bazı bazı kendi deneysel ve oldukça amatör mutfak maceralarımı yazacağım. Kendime not mahiyetinde.

Bu blogun amacı keşfetmek, keşifleri paylaşmak. Hepimizin (tamam çoğumuzun) evinde bulunan mutfaklar tam bir keşif üssü değil de nedir sorarım size! :)